|
|
 |
http://kadirgurbetci.com.tr/yonet/yuklemeler/45de26ed31hnk.pdf Anayasa, yargı yetkisini düzenleyen 9. maddesinde ve yargıya ilişkin genel
hükümlerin yer aldığı 138. , 139. , 140. , 141. Ve 142. maddelerinde idari yargı-adli
yargı ayırımı yapmamıştır. 138. maddenin son fıkrasındaki; “Yasama ve yürütme
organları ile idare, mahkeme kararlarına uymak zorundadır;bu organlar ve idare,
mahkeme kararlarını hiçbir suretle değiştiremez ve bunların yerine getirilmesini
geciktiremez” kuralı da yargı düzenleri arasında bir ayırım gözetmemektedir.
Ancak, idarenin yargısal denetimini düzenleyen 125. maddeye göre: “Yargı
yetkisi, idari eylem ve işlemlerin hukuka uygunluğunun denetimi ile sınırlıdır. Yürütme
görevinin kanunlarda gösterilen şekil ve esaslara uygun olarak yerine getirilmesini
kısıtlayacak, idari eylem ve işlem niteliğinde veya takdir yetkisini kaldıracak biçimde
yargı kararı verilemez. ” Bu düzenleme, idari yargının sınırından söz ederek, idari
yargı ile adli yargı arasında farklılık yaratmıştır.
İdari yargı kararlarının uygulanmasına yönelik temel düzenleme, İYUK’nun 28.
maddesidir. Buna göre:Danıştay, bölge idare mahkemeleri, idare ve vergi
mahkemelerinin esasa ve yürütmenin durdurulmasına ilişkin kararlarının icaplarına
göre idare gecikmeksizin işlem tesis etmeye veya eylemde bulunmaya mecburdur.
İdari Yargılama Usulü Kanunu, idari yargıda verilen kararların uygulanmasını
yukarıdaki maddelerle düzenlemekle yetinmemiş;ayrıca kararların uygulanmaması
halini de öngörmüştür. Kanuna göre, Danıştay, bölge idare mahkemeleri, idare ve
vergi mahkemeleri kararlarına göre işlem tesis edilmeyen veya eylemde bulunulmayan
hallerde idare aleyhine Danıştay ve ilgili idare mahkemesinde maddi ve manevi
tazminat davası açılabilir. Ayrıca, mahkeme kararlarını otuz gün içinde kasten yerine
getirmeyen kamu görevlileri aleyhine de tazminat davası açılabilecektir. Bu düzenleme,
tazminat ödemek koşuluyla mahkeme kararına uyulmayabileceği şeklinde
yorumlandığından yargı kararlarına uymamayı cesaretlendirmektedir. Kamu görevlileri,
kasıtlı olmadıklarını ileri sürerek, tazminat davalarından kurtulmaya
çalışmakta;tazminata hükmedilmesi, yargı kararının uygulanmasını
sağlayamamaktadır.
idari yargının
temel sorunlarından biri, mahkeme kararlarının gereklerinin yerine getirilmemesidir.
Yönetim, yargı kararlarını yerine getirmek zorundadır. Yönetimin yargı kararlarını
yerine getirmekte gecikmesi ya da yerine getirmemesi yönetimin tazminata mahkum
edilmesini gerektiren bir hizmet hususu(kusuru?) olduğu gibi görevi savsaklama ya da
görevi kötüye kullanma suçunu oluşturur.
Yargı kararlarının gereklerinin yerine getirilmemesi halinde, İdari Yargılama
Usulü Kanununun 28. maddesinde, idareye karşı maddi ve manevi tazminat davası
açılması ile kararı kasten uygulamayan kamu görevlisinin kişisel sorumluluğu çareleri
düzenlenmiştir. Ayrıca, kamu görevlilerinin cezai sorumluluğu da sözkonusudur. [
Halbuki yargı kararının idareye tebliği ile uygulama süreci başlar. Ayrıca ilgilinin
uygulama talebinde bulunması gerekmez.
Açıklanan nedenlerle, davalı idarece olayda kişisel kusuru bulunan
kişi veya kişilere rücu edilmek kaydıyla davacının manevi tazminat isteminin
kabulüyle…Olayda kişisel kusuru bulunan kişi veya kişilere rücu edilmek için kararın bir
örneğinin Maliye Bakanlığına tebliğine…”[
Danıştay veya idare mahkemesi kararındaki rücu hükmünün
uygulanmamasının, mahkeme kararının uygulanmaması olarak kabulüyle mümkün
olacaktır.
İdari yargı kararının uygulanmaması üzerine açılan tazminat davalarında gerek
idari yargı gerekse adli yargı mercileri, kararı uygulamayan kamu görevlisi hakkında
suç duyurusunda bulunmalıdırlar. Mahkemelerin suç duyurusunda bulunmaları,
davacıların, çeşitli sebeplerle, kamu görevlisinin ceza sorumluluğu yolunu
işletmemesi ihtimalini ortadan kaldıracağı için, önemli bir çözüm olacaktır.
Halen bu ifadenin yazılıyor olması mahkemenin kararını uygulamadıklarına bir delildir
Yargıtay 4. Hukuk Dairesi’nin bir kararında belirtildiği gibi, “Bir idari yargı
yerince verilmiş olan kararın uygulanmaması. bunu uygulamayan kamu görevlisi
yönünden salt kişisel kusur oluşturur. Çünkü kamu görevlisi yargı kararını yerine
getirmekle görevlidir ve bunu yerine getirmeme konusunda kendisinin kullanabileceği
bir yetkisi yoktur. Aksine Anayasanın 138. maddesinin dördüncü fıkrası hükmünce
yasama ve yürütme organları ile idare, mahkeme kararlarına uymakla yükümlü olup
bunların yerine getirilmesini geciktiremez. ”[21] Yargı kararını uygulamamak gibi bir
kamusal yetki kullanılamayacağına göre, bu davranışın, görev sebebiyle işlenmiş bir
suç olmadığı düşünülerek savcıların dava açabilmelerine imkan tanınmalıdır.
Anayasa’nın 138.
Maddesi, yargı kararlarının uygulanmasının geciktirilmesini dahi yasakladığına
göre;yargı kararlarını uygulamamak açık bir Anayasa’yı ihlal suçu oluşturmaktadır. Bu
ağır eylemin cezasız bırakılması, kamu görevlilerinin korunması düşünülemez.
Mahkemeler, dava konusu uyuşmazlıkları çözmek için, Devletin tayin
ettiği “mahsus makamlardır”. Yargı kararları, uyuşmazlığı çözen, doğru olduğu,
hukuksal gerçeği ortaya koyduğu kabul edilen işlemlerdir. [23] Ayrıca Anayasa;mahkeme
kararlarına uyulma zorunluluğunu düzenlerken (m. 138), kesin hükümden söz
etmemiş, tüm mahkeme kararlarının gereklerine getirilmesini emretmiştir.
Devlet Memurları Kanununa
göre görevden uzaklaştırma kararları, disiplin cezaları gibi işlemlerin iptalinin
kendiliğinden sonuç doğuracağı, idarenin herhangi bir işlem yapmasına gerek olmadığı
belirtilmektedir.
İdari yargı kararlarının gereklerinin yerine getirilmemesi durumunda, kararı
veren mahkemede
|
|
 |
|
|
|
|