|
|
 |
http://www.ankarabarosu.org.tr/Dosyalar/yie/EZIYET.pdf
İdari Yargı Kararlarının (yürütmenin durdurulması ve işlemin iptali)
uygulanmaması eyleminden anlaşılması gereken olgular yönünden gerek doktrin ve
gerekse uygulama, tanımlamada kullanılan sözcük farklılıkları (örneğin, “şekli
uygulama”ya Sayın Turgut CANDAN haklı olarak “muvazaalı uygulama” demektedir) hariç,
görüş birliği içindedir. İdari Yargı Kararlarının uygulanmaması olarak ortaya çıkan
tüm bu durumlar, kararı uygulaması gerekip de uygulamayanlar yönünden (hukuki
ve cezai) sorumluluğa sebep olmaktadır. Bunlar “… a- Hiç uygulamama: idarenin yargı
kararına göre yapması gereken işlem ve eylemleri hiç yapmaması halinde bu halin gerçekleştiği kabul
edilir. Örneğin görevden alınma işleminin iptal edilmesine karşın ilgilinin göreve başlatılmaması, / bGeç
uygulama: Bu halde karar uygulanmıştır. Ancak makul süre veya azami süre aşılmıştır7. / cEksik
uygulama: Bu halde eksik uygulanan kısım yönünden kararın uygulanmaması hali oluşur. / dHatalı
uygulama: Bu halde idare kararı uygulamakta ancak bilmeden hatalı davranmaktadır. Hesap
hatası yapılarak eksik ödeme yapılması gibi. İdarenin hatasını düzeltmemesi halinde kararı
uygulamamaktan dolayı sorumlu olur. / e- Şekli uygulama: Bu halde idare önce makul sürede karar
gereklerini yerine getirir, hemen arkasından bu kararı etkisiz kılacak işlem ve eylemlerde bulunur. Özellikle kamu görevlilerinin görevden alınma işleminin iptali kararı üzerine önce eski görevine iade
edilmesi ve çok kısa bir süre sonra haklı neden olmaksızın görevden alınması işlemlerinde Danıştay,
uygulamanın biçimsel bir nitelik taşıdığını, bunun Anayasanın 2., 138. maddeleri ile IYUK 28.
maddesine aykırı olduğuna karar vermektedir.”9 olarak sayılmakta ve tanımlanmaktadır.
8 “... Yargı kararı gereğince uygun işlem tesis edilmekle beraber, kısa bir süre sonra tesis edilen bir başka işlemle
yargı kararı gereğinin ve bu doğrultuda tesis edilen işlemin ortadan kaldırılması, biçimsel uygulama olarak
adlandırılmaktadır. Oysa yargı kararlarının uygulanması, bir formalitenin yerine getirilmesi demek değildir. Bu tür
uygulamalar, yargı kararını anlamsız kılmaya, onu yok saymaya yöneliktirler. Şekil olarak ortada bir işlem mevcut olmakla birlikte, bu işlem aslında ‘hiç uygulamama’nın değişik bir görüntüsü olarak karşımıza çıkmaktadır. Kararın
biçimsel uygulanması, hukuka aykırılığının saptanması nedeniyle iptal edilen işlemin yürürlüğünü sağlayacak bir
yöntem olarak kullanılmaktadır (...)” Evren ALTAY, İdari Yargı Kararlarının Uygulanmamasından Doğan
Uyuşmazlıklar, s.187, Turhan Kitabevi, 2004/Ankara
Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 125.
maddesinin 1. fıkrası: ‘İdarenin her türlü eylem ve işlemlerine karşı yargı yolu açıktır.’
kuralını, 138. maddesinin son fıkrası: ‘Yasama ve yürütme organları ile idare, mahkeme
kararlarına uymak zorundadır; bu organlar ve idare, mahkeme kararlarını hiçbir suretle
değiştiremez ve bunların yerine getirilmesini geciktiremez.’ buyurucu kuralını, 2577
sayılı İdari Yargılama Usulü Yasasının 28. maddesinin 1. fıkrası ise: ‘Danıştay, Bölge
İdare Mahkemeleri, İdare ve Vergi Mahkemelerinin esasa ve yürütmenin
durdurulmasına ilişkin kararlarının icaplarına göre idare, gecikmeksizin işlem tesis
etmeye veya eylemde bulunmaya mecburdur. Bu süre hiçbir şekilde kararın idareye
tebliğinden başlayarak otuz günü geçemez.’ buyurucu kuralını getirmişlerdir. Tüm bu
kurallar, yargı kararlarının etkinliğini sağlamayı, keyfiliği önlemeyi, bu suretle de
hukukun üstünlüğü kavramının hayata geçirilmesini ve devletin temeli olan adaletin
sağlanmasını amaçlayan kurallardır. Gerçekleştirilen idari tasarruflarda, objektiflik,
sebep, konu, amaca uygunluk ve tarafsızlık gibi bir takım ölçütlere uyulması
durumunda, bunların hukuka uygun sayılması mümkündür. Oysa sanığın işlemi, yargı
kararı ile görevine iade edilen katılanı bu görevden alabilmek için yapılan yasadışı,
ısrarlı, keyfi bir uygulama niteliğinde olup, yasal düzenlemelere aykırı düşmekte ve
‘mahkemelerce verilen kararların idarece uygulanmasında gecikmelere neden
olunamayacağı, uygulanmasının reddedilemeyeceği ya da uygulanmış görünümü
verilerek etkisiz hale getirilemeyeceği’ temel kuralını ihlal etmektedir. Bu yöndeki bir
ihlalin, uygulayıcı memurun dayanacağı herhangi bir saikle hukuka uygunluğa
dönüştürülmesi ve suç olmaktan çıkarılması olanağı bulunmamaktadır.
Unutulmamalıdır ki yargı karar ve hükümleri tartışılsa bile, uygulanması geciktirilemez
hukuki gerçeklerdendir. Yöntemince ve bir başka yargı kararıyla kaldırılmadıkça sonuç
yaratma etkinliğini sürdürecektir. (…)” (YCGK., 26.9.2006 T., E:2006/4-164,
K:2006/201)20 olarak açıklanmıştır.
Başka bir
anlatımla, İdari Yargı Kararlarının uygulanmaması bağlamında ortaya çıkan “hiç
uygulamama”, “şekli-muvazaalı uygulama”, “etkisizleştirme” fiilleri, “insan haysiyeti
ile bağdaşmayan bir muamele” (AY md. 17) bağlamında, aynı zamanda eziyet
suçunu da oluşturmakta, bu suretle kişinin “kişiliğine bağlı, dokunulmaz,
devredilmez, vazgeçilmez temel hak ve hürriyetler”inden (AY md.12) olan hak arama
hürriyeti, hukuki güvenlik hakkı, “maddî ve manevî varlığını koruma ve geliştirme
hakkı” (AY md. 17) ihlal edilmekte, kişinin iç huzuru bozulmakta, şerefi ve
toplumda / iş ortamında edindiği saygınlığı zedelenmektedir21 denilebilecektir.
8.2. İdari Yargı Kararlarının “geciktirilmeksizin uygulanması” zorunluluğu
Anayasanın 138. maddesinde hüküm altına alınmış, Anayasanın 138. maddesi
hükmünün, diğer organların yanında “kişiler” yönünden de bağlayıcı olduğu
hususu Anayasanın 11. maddesiyle buyurucu düzeyde hüküm altına alınmıştır.
|
|
 |
|
|
|
|